Zorlu grubu gelenek haline getirdiği müzikal turnelerine 2018 yılı bitmeden bir yenisini daha ekledi ve metni Ghost (Hayalet) filminin senaristi Bruce Joel Rubin’e; müzik ve şarkı sözleri ise Dave Stewart ve Glen Ballard’a ait Ghost müzikalini, 19 – 28 Ekim tarihleri arasında Zorlu PSM Turkcell Sahnesi’nde seyirciyle buluşturdu.
Vizyona girdiği 1990 senesinde en yüksek gişe hasılatı yapan Jerry Zucker yapımlı film, “En İyi Film" dahil olmak üzere 5 dalda aday gösterildiği 63. Akademi Ödülleri’nde başrolü Patrick Swayze ve Demi Moore ile paylaşan Whoopi Goldberg’e “En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu” ödülünü, filmin senaristi Bruce Joel Robin’e ise “En İyi Orijinal Senaryo” ödülünü kazandırarak büyük bir başarı elde etti. Ayrıca BAFTA ve Altın Küre gibi ödül törenlerinden de eli boş dönmedi.
Filmin orijinal metnine ve müziklerine sağdık kalıp yeni şarkılara da imza atan müzikal prodüksiyonu ise Ghost filmi gibi birçok ödülün sahibi olurken 3 dalda da Tony ödülüne aday gösterildi.
Film ve dolaylı olarak müzikal; New York’lu genç çift Sam ve Molly’nin, Sam’in banka hesabında fazla para bulunduğunu fark ettiği gece bıçaklanarak öldürülmesi sonucu başlayan gizemli hikayesini ele alıyor.
Sahne sanatları kapsamında Türkiye standartlarının üzerinde ve Bill Kenwright yapımcılığında uluslararası turda olan Ghost müzikalinin, müzikal tiyatro başlığı altında ele alındığında tartışmasız bütün Türk yapımı müzikallerin önünde olduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenle, Ghost müzikalini Broadway standartlarında değerlendirip, filmi ve orijinal Broadway yapımıyla kıyaslayarak kendi içerisinde eleştirisini yapacağım.
…yazının devamı Spoiler içerir…
Her ne kadar Ghost Müzikali filmden sahneye uyarlansa da, müzikalin metnini ele aldığımızda, özellikle Broadway’in yaratıcı içerik üretme sıkıntısı yaşadığı bu yıllarda seyirciyi tatmin eden bir metne sahip olduğunu görüyoruz.
Farklı dinamiklerin bir arada bulunması izleyiciler için oldukça keyifli olsa da bu dinamik yapıyı seyirciye taşıyanlar için de bir o kadar zor olduğunu oyundaki ses ve görsel efektlerden, “hayalet” kavramıyla oluşan drama esaslı zorluklardan, müzikalin film uyarlaması olması sebebiyle sahne geçişlerinin sıklığından vs. anlayabiliyoruz. Sahne versiyonu, kazandığı ödüllerle filmden başarılı bir şekilde uyarlandığını zaten kanıtlamıştı. Aynı şekilde müzikalin tur versiyonu da yukarıdaki zorlukların çoğunlukla üstesinden gelmeyi başarmış.
Hayaletlerin varlığını; hayaletler ve Oda Mae Brown karakteri dışında diğer karakterlerin bu hayaletleri duyamadığını; hayaletler dışında hiçbir karakterin bu hayaletleri göremediğini; hayaletlerin “çoğunlukla” dünyayla fiziksel bir etkileşime geçemediğini ve bu farklı karakterlerin aynı anda sahnede bulunduğunu düşündüğümüzde oyunun oyuncular açısından ne denli zor olduğunu eminim anlatmaya gerek yoktur. Karakterler arasındaki bu tarz “etkileşimler”, hayaletler için kullanılan ses efektleri ve hayaletlerin doğaüstü güçlerini kullandıklarında yapılan sahne oyunlarının (drama, ışık, aksesuar…) oyun boyunca başarılı bir şekilde gerçekleştirilmesi hayaletlerin varlığını seyirci gözünde somutlaştırmayı başardı.
Oyun sabit bir sahnede değil birçok farklı ülkede sahneleneceğinden, yapımın sahne tasarımı açısından birçok konuda zorlukla karşılaştığını söyleyebiliriz. Orijinal Broadway yapımında gördüğümüz, oyunu zenginleştiren küçük detayları tur versiyonunda maalesef çok fazla göremiyoruz. Yine aynı şekilde orijinal Broadway yapımıyla kıyaslarsak oyuna hissiyat açısından derinlik katan, sahneyi çevreleyen ekranların zenginliğini kaybettiğini görebiliyoruz. Orijinal Broadway yapımında sahnedeki hareketli şerit, oyuncular ve küçük dekorların taşınması konusunda aktif şekilde kullanılırken tur versiyonunda bu şeridin olmaması sıkıntılara sebep oldu. Bazı sahnelerde ışıktayken oyuncuların dekorlarını kendilerinin taşıması ve birkaç sahnede oyuncular tarafından kullanılan bu şeridin, şerit yokken yerinin yaratıcı bir şekilde doldurulamamasıyla dikkat çekti. Tabii ki de bu ve bunun gibi durumların turne kaynaklı olduğunu belirtmek gerekir. Yine de seyirciler olarak bu eksikliklere daha yaratıcı çözümlerinin bulunmasını beklerdik. İzleyenler hatırlayacaktır; Sam’in Oda Mae’nin içine girdiği sahnede bu kadar başarısız bir seçim yapılmasını bu yaratıcı olmayan çözümlere, ölüm sahnelerindeki geçişleri de başarılı sahne yönetimine örnek gösterebiliriz.
Bu detaylar dışında sahne tasarımı gerek dinamizm gerek dramayla etkileşimi ile seyirciyi her an oyunun içinde tuttu, işlevselliğiyle zor sahnelerin altından kalkılmasını sağladı. Metro sahnesi gibi başarılı sahneler, silah sesinden sonra apartmanlardaki pencerelerin ışıklarının açılması gibi gerçekçiliği arttıran detaylar bu başlık altında ayrı bir parantez açılmasını hak ediyor.
Oyunun ışık tasarımına gelirsek yine genel anlamda oldukça başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Oyuncuları ön planda tutan, zamanın ve mekanın özelliğini taşıyan doğru seçimlerde bulunulmuş. Bazı sahnelerde daha çok hareket görmek bazı sahnelerde ise daha çok amaca uygun, verimli ışık kullanımı görmek oyunu daha çok güçlendirebilirdi. Yine de (orijinali kadar detaylı olmasa da) güzel ışık tasarımlı bir müzikal izledik. Tren sahnesinin, ölüm sahnelerinin, hayaletlerin doğaüstü güçlerini kullandıkları vb. sahnelerin ışıkların da etkisiyle seyirciyi etkilediğini not etmek gerek.
Oyunun kostümleri hakkında söylenebilecek çok fazla şey yok; kostümler sıradan ama karakterlere uygun, karakterleri yansıtan sıradanlıktaydı.
Müzikal danslarıyla ön planda tutulmaya çalışılmamış. Güzel düşünülen koreografilerin de olduğu, zor olmayan ve seyircilerin de takip etmesinin zor olmadığı danslarla hikaye ve karakterler ön planda tutulurken arka planda bir konsept yaratılmaya çalışılmış.Bunda da başarılı olduklarını söyleyebiliriz. Sadece bazı noktalarda seyircinin beklentisinin daha yukarıda olduğunu düşünüyorum. Örnek vermek gerekirse danslar, şehir hayatının ve finans dünyasının karmaşasını daha güzel ifade edebilirdi. Yer yer hiza ve senkron sorunları yaşandığını da söylemek gerek.
Oyunun “Unchained Melody” gibi herkesin bildiği ve “With You” gibi oyun sırasında seyirciyi içine alan şarkıları vardı. Yine de genel olarak müziklerin çok akılda kalıcı olduğunu söylemek doğru olmaz, fakat gerek orkestra, gerek koro, gerek sololar olsun performansların seyircileri hayran bıraktığına eminim.
Gelelim rollere! Molly Jensen karakterini canlandıran Rebekah Lowings, ilk şarkıdan itibaren sesiyle dikkatleri üzerine çekti. Rebekah Lowings, oldukça kontrollü ve güçlü sesiyle şarkılarını hatasız söyledi. Güzel ses rengiyle seyirciyi kendine hayran bıraktı. Sadece tek bir sorunu var ki o da şarkılarını ne kadar iyi seslendirirse seslendirsin seyirciyi alamamasına sebep oldu. Drama! Sahnede ne yapması gerektiğini bilmiyor gibi duruyor, “yapması gerektiği” şeyleri yapması gerektiği için yapıyordu. Gözlerinin önünde sevgilisi ölen bir karakter olsa da ne bunu hissederek oynadı ne de bu “hissi” seyirciye aktarabildi. Şarkı söylerken sallanması, şarkı söylemeye başlamadan “Şimdi şarkı söyleyeceğim.” draması yapması karakterindeki tüm gerçekçiliği elinden aldı.
Sam Wheat karakterini canlandıran Niall Sheehy, Rebekah Lowings gibi çok güçlü bir sese sahip ve bu sesi çok iyi kullanıyor. Rolü gereği farklı tarzlarda şarkıları farklı tekniklerde söyledi ve hepsinde de oldukça başarılıydı. Sadece nadir de olsa yer yer detone oluyordu. Rebekah Lowing’le benzerlik gösterdiği diğer konu maalesef ki drama... Konuşurken tercih ettikleri vurgulamalar, nefes teknikleri, vücut kullanımları vs. oyuncuların sık sık karakterden çıkmasına ve mantık olarak seyirciyi rahatsız eden eylemlere yönelmelerine sebep oldu. Sonuç olarak bu iki karakter de inandırıcılığını kaybetti. Oda Mae gelene kadar oyunun seyirciyi sıkmasındaki en büyük sebebini bu ikilinin sahneleri olduğunu düşünüyorum.
Müzikalin kötü adamı Carl rolünü canlandıran Sergio Pasquariello hem drama hem de ses açısından ortalama üstü bir performans gösterdi. Seyirciyi ne rolüyle ve sesiyle kendine hayran bıraktı ne de seyirciye kötü bir izlenim yarattı. Yine de seyirci olarak diğer karakterlerde olduğu gibi Carl karakterinde de karakter derinliğini hissedemedik, çünkü Carl’ın seçimlerini, bu seçimleri neden yaptığını, bu seçimleri yaparken ne kadar zorlandığı vs. gibi senaryoya derinlik katacak sahneleri göremedik. Bu sahneler olmasa bile Carl’ın bulunduğu sahnelerde Sergio Pasquariello’nun dramasından bunları almamız gerekirdi. Sonuç olarak kötü karakterimiz sıradanlaştı.
Gelelim müzikalin yıldızı, Oda Mae Brown karakterini canlandıran Jacqui Dubois’e. Tecrübeli oyuncu hem draması hem sesiyle inanılmaz bir performans gösterdi ve oyunu sırtladı. Sahnede gözüktüğü ilk andan itibaren seyirciyle bağını kurdu, seyirciyi aldı ve oyuna bağladı. Sahnedeki rahatlığıyla abartılı hareketleri dahil çok doğal bir oyunculuk izletti bize. Metin gereği karakterinin sempatik bir tarafı olsa da bu sempatikliği çok daha ileri taşıdı ve oyundan sonra seyircinin konuştuğu kişi olmayı başardı.
Yan rollerden bahsetmek gerekirse, Willie Lopez karakterini canlandıran Jules Brown başarılı bir oyunculukla rolünün gereğini yerine getirdi. Hastane hayaletini canlandıran James Earl Adair güzel bir oyunculuk performansı gösterse de şarkı söylerken bu performansından oldukça uzaktı. Metro hayaletini canlandıran Lovonne Richards, ses ve fiziksel özellikler olarak role çok uygun olsa da drama açısından belki de oyunun en kötü performansını gösterdi. Oda Mae’nin yardımcılarını canlandıran Sadie – Jean Shirley ve Jochebel Ohene Maccarthy ise hem dramaları hem sesleri hem de enerjileriyle rollerinin hakkını verdiler.
Özetle, Ghost müzikali bize oyunculuk yönüyle olmasa da genel olarak, özellikle de sahne tasarımı ve müzikleriyle Türkiye standartlarının çok üstünde bir müzikal izleme fırsatı sundu. Yaratıcı kadroyu, orkestrayı, prodüksiyon ekibini ve Jacqui Dubois başta olmak üzere tüm oyuncuları tebrik ediyorum. Zorlu'nun biz müzikalseverleri bu tarz müzikallerle buluşturmasının devamını temenni ediyorum.
Comments