Müzikallerin altın çağı olarak anılan 50’li yıllar benim için de çok ayrıdır. Her zaman o dönemin müzikallerinin kendilerine has bir zarafeti olduğunu düşünmüşümdür. Vincente Minelli’nin 1951 yapımı “An American in Paris”ini ilk izlediğim zamanı hatırlıyorum; Gene Kelly ve Leslie Caron’ın eşsiz kimyası, filmin masalsı sinematografisi ve tabii ki George & Ira Gershwin’in muhteşem şarkıları beni resmen büyülemişti. Ne mutlu ki müzikal 2015’te Broadway sahnelerinde tekrar hayat buldu ve 2017’de de West End seyircisiyle buluştu, perdelerini kapatmadan birkaç hafta önce ise ben de izleme şansı buldum.
İlk olarak müzikal hikaye olarak filmden farklı ilerliyor. Filmde olduğu gibi sanatçı olmaya çalışan eski Amerikan askeri Jerry Mulligan, hayatını kazanmak için bir parfümeride çalışan Parisli Lise Dassin’e aşık oluyor. Jerry’nin yanında besteci Adam da ona aşık. Lise ise o sırada birlikte büyüdüğü, saygın bir tekstilci ailenin oğlu olan fakat aile işinin başına geçmektense şarkıcı olmayı düşleyen Henry ile birlikte. Bu üç adam, arkadaş ve birbirlerinin hislerinden habersizdir. Hikayenin ayrıldığı esas noktaysa Lise’in aslında bir dansçı olması -ki bunun karaktere çok şeye kattığını düşünüyorum- ve Jerry’ye aşık olan Amerikalı iş kadını Milo’nun Lisa’nın yıldızı olduğu bir bale gösterisinin yapımcılığını üstlenmesidir. Üstelik bu gösterinin bestecisi Adam, tasarımcısı Jerry ve Henry’nin annesi de dans okuluyla projenin bir parçasıdır.
“An American in Paris” için sahnede izlediğim en zarif müzikal diyebilirim. Şovun yönetmeni ve aynı zamanda koreografı olan Christopher Wheeldon kesinlikle 50’lerin klasik müzikal ruhunu koruyor ve baştan sona bale koreografisiyle harmanlayarak çok keyifli bir deneyim sunuyor. Bütün kast olabildiğine başarılı fakat Lise ve Jerry’ye hayat veren Leanne Cope ve Ashley Day performanslarının altını çizmeden geçemeyeceğim. Ödüllü bir balerin olan Cope, müzikalin orijinal Broadway kastında da Lise olarak yer aldı ve kendisinin müzikal tiyatroda ilk çıkışı olmasına rağmen Tony dahil pek çok adaylık kazandı. Şahsen seyirci olarak ben de gözlerimi alamadım. Lise’i tüm zarafeti, dirayeti ve aynı zamanda narinliğiyle ortaya koyduğunu düşünüyorum. Day de Cope gibi profesyonel bir dansçı ama onun müzikal alanında ilk tecrübesi değil. Onun da Jerry rolüyle parladığını düşünüyorum. İkisinin bir arada hem oyuncu hem de dansçı olarak uyumları ise muazzam!
Müzikalin bir diğer göz alıcı noktasıysa kesinlikle tasarımları! Set ve kostüm tasarımını üstlenen Bob Crowley yine yeteneğini konuşturuyor. Set, tüm müziğin ve koreografinin parçası gibi; kendine has bir karakteri var müzikal içerisinde. Her bir sahne tüm zarafeti ve minimalliğiyle tablo gibi karşımızda dururken tekrar tekrar Crowley’in ustalığına hayran kaldım. Müzikali tasarımından ayrı olarak düşünmek benim için kesinlikle imkansızdır. Aynı şekilde ışık tasarımı da Natasha Katz’ın marifetleri ellerinde! Bu romantik hikayede süzülürken incelikle kurduğu tasarımıyla an be an müzikalin daha da içinde buldum kendimi. Kariyerleri boyunca ödül sezonlarında hep dikkat çeken bu iki tasarımcı, “An American in Paris”le de Tony dahil olmak üzere pek çok ödülü kucakladılar.
“An American in Paris”in eşsiz şarkılarını, bestelerini sahnede canlı dinlemek hem de böyle başarılı bir orkestra ve kasttan dinlemek benim için çok keyifliydi. “I Got Rhythm” , “The Man I Love” , “Shall We Dance?” ve daha nicesi beni alıp uzaklara götürdü. Müzikalin bitişi bir rüyadan uyanmak gibiydi desem çok da abartmış olmam. Dönünce bir süre daha müzikalin orijinal kast kaydını dinlemekten kendimi alamadım.
Lafı toparlamak gerekirse “An American in Paris” her şeyiyle benim için beş yıldızlık bir müzikal. “ Hiçbir şeyi mi gözüne batmadı?” diyebilirsiniz ama hayır batmadı. Sadece uyarlandığı filme değil, o dönemin diğer Broadway müzikallerine de şapka çıkaran şov özellikle benim gibi nostalji aşıklarını ve klasik müzikal meraklılarını fazlaca tatmin edecektir.
Comments